Varoluşçulara göre insan oğlu diğer canlılar gibi elinde olmadan bu dünyada var olmuştur. Fakat varlığını fark edebilen tek yaratıktır. Varlığını fark etmeyle beraber varlığının neden ve niçinlerini de sorgulamak durumundadır. Kendini sorgulayan insna sorgulama sonucunda bir takım açmazlara düşmektedir. Bu açmazlarla karşılaşan birey büyük bir bunaltı korku ve sıkıntı hissetmektedir. Cevabını temel birkaç soru vardır. bu soruların cevapsızlığı ve çözümsüzlüğü insanı yalancı bir dünyaya mahküm bırakmaktadır.Bu anlam arayışı içinde insan oğlunun cevaplamaya çalıştığı beş temel soru vardır.
- Hayatın anlamı nedir:her insan kendi hayat hikayesi içerisinde hayata farklı farklı anlmalar yükler. Amaçları,büyük hedefleri vardır.her dakikanın, saatin, haftanın , ayın, yılın ayrı hedefleri ve anlamaları vardır. fakat uğruna büyük mücadeleler verilen bu amaçlar gerçekleştiğinde, geri dönüp baktığında ilginç hisler yaşar. ‘ ne kadar da çok önemsemişti onları , ne büyük anlamlar yüklemişti’. Ama onların hepsi boş ve anlamsızmış esas anlam şu an önüne hedef olarak koyduğu şeydir. Ancak şu anda çok anlam yüklediği ve önmesediği bu şey de geçmişin çöplüğü içerisinde yerini alacak. İşte insan oğlu bu kısır döngüyü göremez. En önemlisi bu kısır döngüyü görmek işine glemez.insan detaylı bir biçimde incelediğinde hayatın özünde bir anlam taşımadığı gerçeğiyle karşılaşır. Bu anlamsızlığı kısmen hisseden veya anlamsızlığın duygusal olarak yakınlarında dolaşan birey müthiş bir bunaltı içine düşer. Anlamsız olan yaşamı devam ettirmenin ne anlamı vardır. kişi bu bunaltıyı hissettiğinde ego düzenekleri sayesinde bunaltının kaynağına inmek yerine farklı bir yerde anlam arar. İşte bu anlam arayışları klinik tablolar olarak ortaya çıkar. Ancak filozoflar hayatın anlamını sokratik bir yaklaşımla sorgularlar. Fakat bazı bireyler sezgisel yolla, yaşadığı hadiselerin sebep sonuç ilişkisindeki bağlantılarda bu anlamsızlığı derinden derine hisseder. Özellikle yaşamında bazı amaçlarına ulaşmış ve yani amaçlar geliştirme konusunda kısır kalmış bireylerde anlamsızlık hissi yoğundur. Bu gibi durumlarda bunaltı çok fazladır. İnsan oğlu için bu bunaltı dayanılmazdır. Bu nedenle bu dünyada varlığını sürdürebilmek için her an anlam arayışını sürdürmek zorundadır. Bir an bile boş hareket etmeden, hedefsiz, sakin, hiçbir şeyi düşünmeden duramaz.
- Geleceği belirlemek mümkün müdür? insan oğlu sürekli olarak geleceğini belirlemeye ve kontrol altına almak ister. Bunun için bir ay sonra şuna ulaşacağım 10 yıl sonra şu olacağım gibi hedef ve idealleri vardır. geleceği belirlemek ve belirlenmiş olan bu geleceğe yürümek insanı rahatlatır. Belirsizlik ve bilinmeyene karşı savaş açmıştır. Bunun için emeklilik, sigorta vb. yöntemler bu anlamsızlığı ve belirsizliği ortadan kaldırmaya yönelik silahlardır. Fakat madalyonun diğer tarafına bakıldığında insan bir saniye, bir, gün yada da bir yıl sonrasını bilemez. Gelecekle ilgili hayaller kurarken başına gelecek olan bir hastalığı, yada bir kazayı, bir saniye sonra çok sevdiği aile fertlerinden birinin ölüm haberini alacağını gibi gelecekle ilgili olabilecek olanların çoğunu bilemez. İşte bu belirsizlik ve bilinmezlik karşısında ürken insan, bu belirsizlikle savaşır ve bilinmezliği bilinir hale getirmeye ve geleceğini kontrol altına almaya çalışır. Hayatını belirleyen girdilerin ne kadarını kontrol altına albilirse o kadar rahatlar.
- Ölümden başka bir hakikat var mı? İnsan oğlunun gelecekle ilgili bilebileceği tek gerçek vardır o da öleceğidir. Ama bilinen bu tek gerçeği sürekli inkar eder ondan hiç bahsetmez ve belirsiz olan bir takım varsayımları gerçekmiş gibi kabul eder. Ölmek, yok olmak, toprağa girmek insan oğlunun tasavvur edemeyeceği bir şeydir. Ölüm gerçeğini gerçekten hisseden bir insanın yaşamını normal bir şekilde devam ettirmesi hemen hemen imkansızdır. Bunun için insanın yaptığı tek şey ölümü reddetmektir. Fakat günün birinde ölüm tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkabilir. Bu bir hastalık, bir kaza , yada bir yakınımızın ölümü şeklinde olabilir. Ölüm hakikatiyle bu manada burun buruna gelen ve yadsımanın işe yaramadığını fark eden insan gerçekle yüzleşmek zorunda kalır. Ve kendini sorgulamaya başlar; yaşamın ve bu kadar hırsın ölüm varken ne anlamı olabilir ki. Bura kişi için açamazlar oluşu, bunaltı şiddetlenir huzursuzluk oluşur ve tekrar bir kısır döngü oluşturabilir.birey ya sanal bir dünyada yaşayıp ölümü yadsıyacak ya da ölümle yüzleşecek ve varoluşunu başka bağlamda değerlendirecektir.
- Hayatın sorumluluğu kime aittir: bu günkü durumumda olmamın sorumluluğu kime aittir. İnsan bulunduğu mevcut durumdaki zayıflıklardan kendisini sorumlu tutmaz. Suçlu kendisi değildir suçlu dış dünyadaki bir takım faktörlerdir.bu insanı dinlediğimizde mantıksal bir kurgu olduğunun görürüz. Fakat diğer taraftan insan oğlunun insan olma vasfı onun irade kavramının oluşmasıyla ortay çıkar. İnsan bir yaşından itibaren iradesini ortaya koyabilmeye başlar.ve ergenlikle beraber hayatına gerçek manada yön verebilecek bir kapasiteye ulaşır. Bununla beraber hayatında kendi iradesiyle yönlediği bir takım tercihlerden sonra yaşadığı başarısızlık ve olumsuzluklar kişiyi korkutur. Böyle bir durum karşısında kişi gerçeği kabullenmek yerine şu iki yolu izler. Birincisi iradi kararın veya tercihinin kendisine ait olmadığını iddia eder. Onu zorlamışlardır. İstemeyerek ve bilmeyerek bu yöne yönelmiştir. Kendi yaptığı eylemden ve bulunduğu konumdan hep başkalarını sorumlu tutan ve içgörüsü olamayan bir birey olur. İkinci yolda ise birey iradesini başka birine verir onun adına kararları ve dolayısıyla sorumluluğu bir başkası alır.bu aileden birileri olabileceği gibi aile üyelerinin olmadığı durumlarda tarikat, cemat vs. de olabilir.böylece kişi kaygıdan ve bunalımdan kurtulur çünkü sorumluluk ona ait değildir. Oysa güçlü bir benliği olan birey; yaptıklarımla ve yapamadıklarımla tüm sorumluluk ban aittir diyebilir.
- Hayatta yalnız mıyız? İnsanın doğumuyla birlikte yalnızlığının hikayesi başlar. İnsan için yalnızlık ürkütücü bir şeydir , yalnızlık çaresizliktir , yalnızlık Allaha mahsustur.yalnızlık belirsizliktirk, yalnızlık kaostur. Çocukluk döneminde anne çocuğu bu cehennemden çıkarmış ve anne kucağıyla bütünleştirerek ve kaynaştırarak cennete ulaştırmıştır. Bu birleşme arzusu ve biriyle bir olma isteği insanın içinde ömür boyu sürecektir.gerçeklik ise ayrı olmak, birey olmak ve özerk olmak zorunluluğudur. Biriyle beraber olduğumuzda hayatın zenginliğini ve birey olmanın mutluluğunu kaçırıyor,anneden uzak olduğumuzda ise annenin bizi koruyan kuşatan cennetini terk ediyoruz.
- Buambivalans bir ömür boyu ruhumuzda çeşitli nesnelerle olan ilişkilerimizde izdüşümlerini hep var edecektir.
Diğer bir yönüyle yalnızlık duygusal yaşantımızın tekliği ve biricikliğiyle ilgilidir.kendi iç dünyamızdaki yaşantıları hissedişleri bir başkasına tam manasıyla aktarmamız mümkün değildir. Orijinal bir duygunun diğer bir kişi tarafından anlaşılması mümkün değildir. Dolayısıyla insanlar yalnız başına duygulanan ve yalnız başına yaşayan zavallı yaratıklardır. Bu yalnızlık duygusu, içimizdekini başkasına anlamama insana müthiş bir çaresizlik ve bunaltı yaşatır. Ve insan bu bunaltıyla karşılaşmamak için hep çevresinde eş,dost, arkadaş ve sevgililer oluşturarak derindeki yalnızlığı kapatmaya yönelik tedbirler alır. Günün birinde yaşadığı bir travma karşısında, çok iyi tanıdığı çevresindeki insanların duygusal olarka kendisinden ne kadar uzakta olduğunu gördüğünde gerçeği biraz daha yakından idrak edecektir. (Kaynak: ÖZAKKAŞ T. Bütüncül Psikoterapi).
Enes Bülbül
Uzm. Psikolog/Terapi Enstitüsü/Beylikdüzü/İstanbul