Beylikdüzü Randevu (0212) 873 84 84 - (0553) 562 03 03

YAZILAR

Nevrotik Depresyon
Nevrotik depresyon bir diğer adıyla, “distimik bozukluk”

Nevrotik depresyon bir diğer adıyla, “distimik bozukluk” ilk olarak 1980'de DSM III’ ün yayınlanmasıyla birlikte psikiyatrik tanılar arasında yerini almıştır.  

 

Temel belirti,  kişinin en az iki yıl, gün boyu süren depresif bir duygulanım içinde olup, eskide onu ilgilendiren, hoşlandığı şeylere karşı ilgisini yitirip, onlardan haz duymaması, neşelenememesidir. Hüzünlü, kederli, halsiz ve isteksiz olmuştur. İştahsızlık ya da aşırı yemek yeme, uykusuzluk ya da aşırı uyuma, psikomotor huzursuzluk veya hareket azalması, enerji azlığı, çalışma ve iş yapma yetisinde azalma, kendini toplumdan geri çekme, aşağılık duyguları, düşünme ve konuşmada ağırlık, dikkatini toplayamama, karar vermede güçlük çekme, hipokondriyak kaygılar, ölüm ve intihar düşünceleri görülen belirtiler arasındadır.

 

Nevrotik depresyonda, adında anlaşılacağı gibi, nevrotik bir çatışma ile baş etme sorunu vardır. Bu, genellikle obje yitimi ile ilgili, bastırılmış bir saldırganlık çatışması (örneğin, ölüm ya da ayrılık nedeniyle doğan yas reaksiyonu) olabileceği gibi,  başarısızlık duygusu, çözümlenmemiş narsistik çatışmalara bağlı bir iç çatışma da olabilir.

 

 Psikanalitik yaklaşıma göre nevrotik depresyonda, hayali veya gerçek olarak kaybedilen objeye yönelik öfke ve saldırganlık duygularının kendi benliğine yöneltilmesi söz konusudur. Kişi sevdiği, kendine yakın olan ve onun için varoluşsal bir önem taşıyan insan veya nesne ile olumlu ve olumsuz duyguları oldukça iç içe girmiştir.  O kişiyi veya nesneyi ölüm ya da ayrılış nedeniyle yitirmekten doğan hoşnutsuzluğun yarattığı saldırgan dürtülerini kendine çevirerek, sanki o yok olan nesneyi kendi içinde var ediyor gibidir. Örneğin, kocasının ölümünden depresyona giren kadın, onu yitirmekle, kendini terkedilmiş hissetmekte ve bundan üzüntü duymaktadır. Bu üzüntü aslında onu terk eden kişiye yönelik öfke ve saldırganlık duyguları uyandırmakta, ancak bu öte yandan suçluluk duygusu da uyandırıp, kendini cezalandırmasına (hiçbir şeyden zevk almama, yaşama katılamama, her şeyden elini eteğini çekme) yol açarken, bir yandan da kişiyi yitirdiğine göre, hiç olmazsa bu yitimden doğan üzüntüyü canlı tutarak onun yerine geçirme çabasıdır. Kişi, yitirilen şeyin yok olduğunu bir türlü kabul edemez, gösterdiği çeşitli tepkiler, depresyon ve başka belirtilerle, onu imgeleminde canlı veya var tutmaya çalışır.

 

Nevrotik depresyona narsistik açıdan bakıldığında, kişinin narsistik bütünlüğünü sağlayan dengenin bozulması söz konusudur. Örneğin, aile durumundaki değişiklik  (eşinin onu aldatması, terk etmesi, çocukların evden gitmesi ), iş durumundaki, sosyal konumundaki değişiklik veya bozulma ( işinde yükselebilme şansını artık yitirme, emekli olma, iflas etme, sosyal çevresini kaybetme), yaşlanma veya başka bir nedenle fiziki çekiciliğini kaybetme gibi durumlar böyle bir depresyona yol açabilir. Kişi narsistik bütünlüğünü korumak için intiharı çözüm yolu olarak görebilir.

 

Psikanalitik benlik psikolojisinde önemli yeri olan Edward Bibring’e göre (1953) depresyonun temelinde, benlik (ego) için gerekli narsistik emellerin karşısında egonun kendi çaresizliğinin farkına varması yatar. Egonun benlik saygısını kazandıran üç narsistik temel vardır:

      1. Değerli ve sevilen olmak; aşağı ve değersiz olmamak

  1. Güçlü, üstün ve güvenli olmak; güçsüz ve güvensiz olmamak
  2. İyi ve seven biri olmak; saldırgan, yıkıcı olmamak.

 

Ego bu emellerini gerçekleştirmekteki güçsüzlüğünü hissederse depresyona girer. Yani;   depresyon benliğin kendi içindeki çatışmasından köken alır. Çaresiz kalmış ego, süper egonun (üstbenliğin) eline düşer ve verdiği cezaları kabul eder. Saldırgan dürtülerin bireyin kendine yönelmesi bu kurama göre birincil değil, ikincildir. Kendine saygısı kolay kırılan, kuvvetli süper egoları olan ve kişiler arası ilişkilerde bağımlılık gösteren kişilik yapısı, depresyona daha sık girer.  

 

            Beck ve arkadaşları tarafından geliştirilmiş olan bilişsel görüşe göre ise depresyon temelde bir duygulanım bozukluğu değil, bilişsel bir bozukluktur. Depresyona yatkın kişilerde, yaşamın ilk dönemlerinden başlayarak, yerleşmiş olan; 

  • Negatif benlik algısı
  • Çevre ve yaşam olaylarının negatif yorumu
  • Geleceğe ilişkin olumsuz kavramlar,  vardır.

Bu olumsuz kavramlar (Beck’e göre “şemalar”) giderek olumsuz yargılara, düşüncelere ve tutumlara neden olmaktadır. Kişi her olayda önce olumsuz yönleri algılamakta ve düşünmektedir. Örneğin, evlilikte bir şeyin bozuk gitmesi, hemen çocuklukta yerleşmiş olumsuz kavramları zincirleme uyarır ve kişi artık evliliğinde her şeyin olumsuz gideceğini, kendisinin değersiz ve sevilmeyen biri olduğunu, geleceğin karanlık, dünyanın bomboş olduğu yargılarını harekete geçirir. Bir bakıma bu kişiler yaşam olayları karşısında olumsuz ve karamsar senaryolar yazarlar. Böylece olumsuz düşünce ve kavramlardan duygulanım bozukluğu ortaya çıkar.

 

            Nevrotik depresyondaki kişilerde sevgi ilişkilerine bakıldığında, bu kişilerin, kuralcı vicdanlarının isteklerini karşılamak ve yetersiz egolarını ödünlemek amacıyla, “kusursuz olmak” ve “herkes tarafından sevilmek” çabasında oldukları, en küçük bir yanlış yaptıklarında ya da başkalarının olağan eleştirileriyle karşılaştıklarında derhal çöküntüye girmekte ve “değersiz ve yeteneksiz” ya da “kimsenin sevmeyeceği biri” oldukları duygusuna            kapıldıkları görülmektedir. Böyle bir durumda ilk çocukluktaki bağımlılık nesnesinden kopuşta yaşanan güçsüzlük duyguları canlanıp, sanki yeniden yaşanmaktadır.

 

            Genel olarak bu olgularda, kişinin üstbenliği katı, acımasızca cezalandırıcıdır. İlişkilerinde ikili duygular egemendir. Yani sevgi ve nefret yan yana bulunur. Ancak nefret bilinç dışıdır. İçe-atılmış olarak kişinin benliğinde yaşatılan sevgi nesnesine karşı güçlü ikili duygular vardır. Gerçek ya da düşüncede olan bir değişime bağlı olarak bireyde bir yitim duygusu oluşmaktadır. Bu yitim duygusu ikili duyguları, yani sevgi ve özlemle birlikte bilinçdışı kin ve nefret duygusunu uyandırır. Katı üstbenlik yüzünden olumsuz duygular bireyin kendine yöneltilir. Birey, kin ve nefreti kendine yöneltince özsaygı düşer, kişi kendini değersiz, küçük ve suçlu görür. Yaşam anlamını yitirir. Böylece ruhsal çökkünlük        oluşmuştur.

Uzm. Psikolog Oktay Ceceloğlu, Terapi Enstitüsü/Beylikdüzü/İstanbul

Terapi Enstitüsü Beylikdüzü'de çocuk, ergen, yetişkin ve uzmanlar için psikolog, psikolojik danışmanlık, eğitim ve terapi hizmetleri vermektedir.

| | | | Tümü |